TMK md.1007; TAPU SÄ°CÄ°LÄ°NÄ°N TUTULMASINDAN DEVLETÄ°N SORUMLULUÄžU
TÜRK MEDENÄ° KANUNUNUN 1007.MADDESÄ° KAPSAMINDA RÜCU DOSYALARINA (1997-2013) Ä°LÄ°ÅžKÄ°N ÇALIÅžMA
TAPU VE KADASTRO GENEL MÜDÜRLÜÄžÜ HUKUK MÜÅžAVÄ°RLİĞİ 2014
TAPU SÄ°CÄ°LÄ°NÄ°N TUTULMASINDA DEVLETÄ°N SORUMLULUÄžU VE RÜCU
1- MEVZUAT
Türk Medenî Kanunun 1007 nci (eski M.K. 917.md.) maddesi; “Tapu sicilinin tutulmasından doÄŸan bütün zararlardan Devlet sorumludur.
Devlet, zararın doÄŸmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.
Devletin sorumluluÄŸuna iliÅŸkin davalar, tapu sicilinin bulunduÄŸu yer mahkemesinde görülür.” hükmündedir.
Tapu sicilinin tutulmasından doÄŸan zararın anlamı, bu sicilin tutulmasında, görevlilerin bilerek veya bilmeyerek uygulanması gereken mevzuat hükümlerine aykırı iÅŸlemleri veya ihmalleri sonucu bir hakkın kaybına sebep olmalarıdır.
Zikredilen hükümde, Devletin sorumluluÄŸunda kusur aranmaz. Devletin sorumluluÄŸu için aranacak koÅŸullar özetle, ortada tapu sicillerinin tutulmasından ötürü bir zararın olması, zararla tapu sicilinin tutulması arasında bir nedensellik bağının (illiyet bağının) bulunması ve zararın tapu sicilinin hukuka aykırı biçimde tutulmasından doÄŸmasıdır. Tapu sicilinin tutulmasında hukuka aykırılık yoksa zaten Devletin sorumluluÄŸu söz konusu olmaz.
2- SORUMLULUÄžUN DÜZENLENÄ°Åž AMACI
Taşınmazlara iliÅŸkin aynî hakların Devlet eliyle tutulan tapu sicili aracılığıyla dışa aksettirilmesi, hak ve iÅŸlem güvenliÄŸinin saÄŸlanabilmesi yönünden bir güvencedir. Ancak bu güvence sisteminin iyi iÅŸleyebilmesi, tapu siciline duyulan güvenin sürekliliÄŸine baÄŸlıdır. Ä°ÅŸte MK 917 (1007) de kanun koyucu sicilin doÄŸru tutulduÄŸuna güvenenlerin, sicilin yolsuz tutulmasından dolayı uÄŸradıkları zararların Devlet tarafından ödeneceÄŸi ilkesini koyarak, tapu siciline duyulan güvenin sürekliliÄŸini saÄŸlamayı amaçlamıştır. Åžu halde Devlet burada tapu sicilinin yolsuz tutulmasından dolayı zarara uÄŸrayan aynî hak sahiplerine karşı olduÄŸu kadar, sicilin doÄŸru tutulduÄŸuna güvenerek sicille iliÅŸki kuran ve yolsuz tutulmasından dolayı zarara uÄŸrayan iyiniyetli üçüncü kiÅŸilere karşı da sorumlu tutulmuÅŸtur.
“Taşınmazların tapu siciline kaydedilmesinde ve doÄŸru sicillerin oluÅŸturulmasında "Devletin sorumluluÄŸu" o kadar önemlidir ki, 743 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 917, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddelerinde açıkça;
"Tapu sicilinin tutulmasından doÄŸan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet, zararın doÄŸmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder"
hükmüne yer verilerek, bu sorumluluk yasal düzenleme altına alınmıştır.
…
DiÄŸer taraftan, devletin tapu sicilini çok düzgün tutması ve taşınmazların durumunu tespit ve tescil bakımından gerekli düzenlemelerin yapılarak açık hale getirilmesi konusuna büyük önem verilmiÅŸ, bu sicillerin Devlet memurlarınca tutulmasından ileri gelecek bütün zararlardan dolayı vatandaÅŸlara karşı Devlet'e fer'i deÄŸil, aynen Ä°sviçre'de olduÄŸu gibi asli sorumluluk yüklenmiÅŸtir.
Burada, kusursuz sorumluluÄŸun dayanağı, tapu siciline baÄŸlı büyük çıkarların ve yanlış tesciller sonucunda sicile güven ilkesi yüzünden ayni hakların yerinin doldurulmaz biçimde deÄŸiÅŸmesi ve bu hakların sahiplerinin onlardan yoksun kalmaları tehlikesinin varlığı ile açıklanabilir.
Gerçekten, tapu sicilinin tutulmasını üzerine alan Devlet, tapu siciline tanınan güvenden ötürü, hak durumuna aykırı kayıtlardan doÄŸan tehlikeyi de üstlenmektedir.
Devletin sorumluÄŸunun dayandırıldığı tapu sicilinin doÄŸru tutulmasına iliÅŸkin güvenin devamını saÄŸlama amacı, tapu siciline güven ilkesinden daha geniÅŸ bir anlam taşımaktadır. Söz konusu ilkenin uygulanamadığı ve yolsuz tescile güvenen iyiniyetli üçüncü kiÅŸilerin iktisaplarının korunamadığı bazı hallerde dahi, onların bu yüzden uÄŸradıkları zarardan da Devlet sorumlu tutulur.
Görülmektedir ki; kusursuz sorumluluÄŸun bir biçimi olan tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan Devletin sorumluluÄŸu, bir tehlike sorumluluÄŸudur.
Tapu sicil müdür yada memurunun kusuru olsun olmasın, tapu sicilinin tutulmasında kiÅŸilerin mameleki çıkarlarını koruyan hukuk kurallarına aykırı davranılmış olması yeterlidir. Kusurun varlığı yada yokluÄŸu Devletin sorumluluÄŸu için önem taşımamakta, sadece Devletin memuruna rücuu halinde iç iliÅŸkide etkisi söz konusu olmaktadır. Tapu sicilinin tutulmasında kiÅŸi çıkarlarının korunması bakımından uyulması gereken kurallar tapu mevzuatı ile sınırlı olmayıp, bu mevzuat dışındaki hukuk kurallarına ve hukukun genel ilkelerine de uyulması gerekmektedir. Tapu müdür yada memurlarının ihlal ettikleri hukuk kuralları ister genel olsun ister salt sicilin tutulmasıyla ilgili olsun her iki halde de ortaya çıkan sonuç tapu sicilinin hukuka aykırı tutulmuÅŸ olmasıdır ( Dr. Lale Sirmen, Tapu Sicilinin Tutulmasından DoÄŸan Zararlardan Devlet'in SorumluluÄŸu, Ankara, 1976 Sh.63 vd ). Bu nedenle sicilin hukuka uygun tutulması kavramı tapu mevzuatına uygunlukla sınırlı bir kavram olmayıp, hukukun genel ilkelerine uygunlukta gerekmektedir. Bunun dışına çıkan her hukuka aykırı davranıştan Devletin sorumluluÄŸu asıldır.
Az yukarıda ayrıntıları açıklandığı ve vurgulandığı üzere; Devletin sorumluluÄŸunun bir tehlike sorumluluÄŸu olduÄŸu hususu, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 05.10.1955 gün ve 1955/4-58 esas, 1955/64 karar sayılı; 29.06.1977 gün ve 1977/4-845 esas ve 1977/655 karar sayılı; 24.09.2003 gün ve 2003/4-491 esas ve 2003/487 karar sayılı; 19.04.2006 gün ve 2006/4-113 esas ve 2006/205 karar sayılı; 09.05.2007 gün ve 2007/4-212 esas, 2007/261 karar sayılı, ilamlarıyla yargısal uygulamada da büyük ölçüde kabul edilmiÅŸtir. ( Prof. Dr. Hıfzı Veldet VelidedeoÄŸlu/Galip Esmer Gayrimenkul Tasarrufları, 1969, s:512 vd.; Prof. Dr. Jale Akipek, EÅŸya Hukuku, 1972, s:303 ).” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 11/07/2007, E. 2007/4-422, K. 2007/536)
Tapu sicilinin önemi ve kiÅŸilerin bu sicile olan güven duygularını saÄŸlamak bakımından Medenî Kanunun 1007. maddesi ile tapu sicilinin tutulmasından doÄŸan zararlardan ötürü Devletin doÄŸrudan sorumlu olacağı ilkesi benimsenmiÅŸtir. Bu sorumluluk asli ve objektif sorumluluk olduÄŸundan zarara uÄŸrayan doÄŸrudan Devletten zararın ödetilmesini isteyebilir.
Devletin sorumluluÄŸu, tapu sicilinin aynî hakları saptaması, herkese açık ve tutulmasında tekel hakkı saÄŸlayan bir sicil olması esasına dayanmaktadır. Gerçekten, sicile duyulan güven ve sicilin yalnız Hazinece tutulmuÅŸ olması, orada yazılanın hak, yazılmayanın da hak olmayacağının maddi hukukça benimsenmesi, bu yükümlülüÄŸün kaynağını teÅŸkil etmektedir.
Ayrıca Devlet tapu sicilinin çok muntazam tutulması ve gayrimenkullerin durumunu tesbit ve tescil bakımından ıslahı ve açık bir hale konulması meselesine büyük bir ehemmiyet vermiÅŸ ve bu sicillerin Devlet memurlarınca tutulmasından ileri gelecek bütün zararlardan dolayı vatandaÅŸlara karşı fer'i deÄŸil, aynen Ä°sviçre' de olduÄŸu gibi aslî bir mesuliyet yüklenmiÅŸtir.
Özetle; sorumluluÄŸun amacı, sicilin tutulmasının devletin gözetim ve denetimi altında olması, sicilin açıklığı ve güvenirliÄŸi ilkesinin varlığıdır.
Öte yandan Devlet'in sorumluluÄŸu memurlar için de bir teminat niteliÄŸindedir. Tapu sicili ancak görevli memurun hukuka aykırı bir davranışı sonucu yolsuz tutulduÄŸuna göre, Devlet bir bakıma bunların fiillerinden dolayı da sorumlu kılınmış olmaktadır. Åžu halde sorumluluÄŸun düzenlenmesindeki bir diÄŸer amaç da memur güvenliÄŸinin saÄŸlanmasıdır.
3- Ä°SVÄ°ÇRE MEDENÄ° KANUNDAKÄ° DÜZENLEME Ä°LE KARÅžILAÅžTIRMA
Mülga 917. madde, Ä°sviçre Medenî Kanunu’nun 955. maddesinden alınmıştır. Ä°.M.K.’nun 955. maddesinin iki fıkrası alınmış, Devlet'in memurlardan ileride sebep olabilecekleri zararlar için teminat isteyebileceÄŸini öngören üçüncü fıkra hükmü ise bize alınmamıştır. Alınmayan hükümde aynen, “Onlar (Kantonlar) memur ve müstahdemlerden teminat isteyebilirler.” ÅŸeklindedir.
MK 917/II ye göre de zararı ödeyen Hazine, zararın doÄŸmasında kusuru bulunan memurlara Kanun'un deyimiyle «aledderecat rücu etmek hakkını» haiz olur. ÎMK 955/II de ise, Kantonların «kusurlu görülen tapu muhafızlığı memurlarına, müstahdemlerine ve doÄŸrudan doÄŸruya denetim yapan makama» rücu edebileceÄŸi hükme baÄŸlanmıştır. GörüldüÄŸü gibi bu iki fıkranın kaleme alınış biçimi birbirinden oldukça farklıdır. Ancak bu farklılığın pratik bir deÄŸeri yoktur. Åžöyle ki, bir defa MK 917 de Devlet'in sorumluluÄŸunu paylaÅŸacak olanlar arasında müstahdemlerin sayılmamış olması iki Devlet'in idarî mevzuatındaki farklılıktan ileri gelmektedir. Nitekim, Ä°sviçre'de tapu sicilinin, idare ile yaptıkları özel hizmet sözleÅŸmelerine göre müstahdem statüsünde çalışan görevliler tarafından tutulması mümkündür. Oysa sicil tutma söz konusu hizmetin gerektirdiÄŸi aslî ve sürekli bir görev olduÄŸundan bu görev bizim mevzuatımıza göre ancak memur niteliÄŸini taşıyan görevliler tarafından yürütülebilmektedir.
Ä°MK 955/III de, Devlet'in memurlarından teminat isteyebileceÄŸine iliÅŸkin hükmün Medenî Kanun'da yer almadığını daha önce belirtmiÅŸ idi. Türk kanun koyucusunun bu konuyu bir özel hukuk kolu olan Medenî Kanun'da düzenlemekten kaçınması aslında tutarlı bir nedene dayanır. Devlet'in memurlarından teminat istemesi
Devlet tarafından yürütülen memur politikasının kapsamına girer. Bunun için de böyle bir düzenlemenin, gereÄŸi halinde, tapu örgütünün kuruluÅŸ ve görevleriyle ilgili kamu hukuku karakterli bir kanunda yapılması daha uygun olacaktır.
4- SORUMLULUĞUN HUKUKΠNİTELİĞİ
A) ASLÎ SORUMLULUK
Devletin, M.K. 1007. maddesine istinaden tapu sicilinin tutulmasından doÄŸan zararlardan sorumluluÄŸu aslîdir. Tapu sicilinin yolsuz tutulmasında, zarar tapu memurunun veya denetim makamının kusuru sonucu meydana gelmiÅŸ olsa dahi, bundan yine birinci derecede Devlet sorumludur. Bu nedenle de tapu sicilinin tutulmasından zarar gören kimse, ilk önce zarara sebebiyet veren memur aleyhine dâva açmak zorunda kalmaksızın, zararın tazminini doÄŸrudan doÄŸruya Devlet'ten talep edebilecektir. Böyle bir düzenlemenin, sorumluluÄŸun amacına uygun olarak tapu siciline duyulan güveni artırdığına ÅŸüphe yoktur. Bundan baÅŸka Devlet memurlarının görevlerini yerine getirirken herÅŸeyden önce Devlet'in çıkarlarını gözetmek zorunda oldukları düÅŸünülürse, bu görevlerinden dolayı birinci derecede onların sorumlu tutulmaları hakkaniyet ilkelerine de aykırı düÅŸer. Bu bakımdan Devlet'in buradaki aslî sorumluluÄŸu memurların güvenliÄŸinin de bir ÅŸartıdır.
B) OBJEKTÄ°F SORUMLULUK
Devlet'in tapu sicilinin tutulmasından doÄŸan zararlardan sorumluluÄŸu, kusur da ÅŸart koÅŸulmadığından, tamamen objektif nitelikte bir sorumluluktur. Gerçi kusurun varlığı için gerçek kiÅŸilerde aranan, hukuk düzeninin kendisinden beklediÄŸi ortalama bir tutumdan ayrılması ve temyiz kudretine sahip bulunması gibi ÅŸartlar tüzel kiÅŸilerde aranamayacağından, Devlet'in kusurundan zaten bahsolunamaz. Ama MK 1007 de tapu sicilini tutan memurların kusurlu olmaları ÅŸartı da aranmamaktadır. MK 1007'ye göre davacı zararını tazmin ettirmek için bu zararın tapu örgütüne ait herhangi bir memurun kusurundan ileri geldiÄŸini ispat etmek zorunda olmadığı gibi, Devlet de memurunun kusursuzluÄŸunu ispat etmek suretiyle tazminat ödemek yükümünden kurtulamaz. Memurların kusuru ancak Devlet'in onlara rücu edip edemeyeceÄŸinin tespiti bakımından önem taşır. Yoksa Devlet'in sorumluluÄŸunun doÄŸması için tapu sicilinin hukuka aykırı tutulmasıyla zarar arasında uygun bir illiyet bağının varlığı yeterlidir.
5) SORUMLULUÄžUN ÅžARTLARI
a) Tapu Sicilinin Tutulmasına Ä°liÅŸkin Bir Fiil veya Ä°çtinap (Kaçınma)
MK 1007 de Devlet, tapu sicilinin yolsuz tutulmasından doÄŸan zararlardan sorumlu kılınmıştır. Tapu sicili ise, görevli memurun yalnız olumlu deÄŸil, olumsuz bir davranışı sonucu da yolsuz tutulmuÅŸ olabilir. Bu bakımdan Devlet'in sorumluluÄŸuna yol açan zarar verici fiil, aynî hakkın gerçek hak sahibi yerine baÅŸka bir kimsenin adına tescil edilmesi durumunda olduÄŸu gibi yapıcı bir fiil veya tescili gereken bir aynî hakkın tescil edilmemesi durumunda olduÄŸu gibi bir içtinap (kaçınma) biçiminde ortaya çıkabilir. Ancak burada önemli olan, zarar verici fiil veya içtinap (kaçınma) ile tapu sicilinin tutulması arasındaki iliÅŸkinin varlığıdır. MK 1007 de «tapu sicilinin tutulmasından doÄŸan zararlardan» denildiÄŸine göre, eÄŸer sicildeki yolsuzluÄŸa sicil tutma kavramına giren bir fiil veya böyle bir fiilden içtinap edilmesi sebebiyet vermemiÅŸse, bu takdirde ortada tapu sicilinin yolsuz tutulmasından doÄŸan bir zarar bulunmadığından Devlet'in sorumluluÄŸu da söz konusu olamaz.
Devlet, tapu sicil görevlilerinin, tapu sicilini hukuka aykırı bir ÅŸekilde tutmasından; diÄŸer bir deyiÅŸle, görevlilerin tapu sicilinin tutulmasıyla ilgili olarak Medenî Kanunda, Tapu Sicil TüzüÄŸünde (v.s.) yer alan kurallara uymamasından doÄŸan bütün zararlardan sorumludur. Çünkü, “tapu sicilinin aleniyet görevi, onun gerçek durumla daima tam bir uyum içinde bulunmasını zorunlu kılar.”
Böylece haklı (geçerli) bir hukukî sebep olmaksızın tapu siciline kasten veya hataen bir kayıt düÅŸürülmesi veya mevcut bir kaydın silinmesi veya deÄŸiÅŸtirilmesi, yardımcı sicillerin hatalı veya eksik tutulması, yanlış suretler veya sahte senetler verilmesi, gerekli tebliÄŸlerin yapılmaması (v.s.) suretiyle meydana gelen zararlardan devlet sorumludur. Tapu sicil memurunun yapması gerekeni yapmamasından (ictinap) doÄŸacak zararlar da devletin sorumluluk sınırları içindedir.
b) Tapu Sicilinin Hukuka Aykırı Tutulması
Devlet'in MK 1007 deki sorumluluÄŸunun doÄŸabilmesi için tapu sicilinin tutulmasına iliÅŸkin fiil veya içtinabın hukuka aykırı olması da ÅŸarttır. Çünkü tapu sicili, ancak görevli memur sicilin tutulmasında hukuka aykırı bir fiil veya içtinapta bulunduÄŸu takdirde yolsuz tutulmuÅŸ olur. EÄŸer memurun davranışı hukuka aykırı deÄŸilse, bu durumda tapu sicili doÄŸru tutulmuÅŸ olacağından, artık MK 1007 kapsamına giren bir zarardan da söz etmeye imkân yoktur.
Sicilin hukuka aykırı ÅŸekilde tutulması, yanlış kayıt yapılması tarzında olabileceÄŸi gibi, yapılması gerekli bir kaydın yapılmasının ihmal edilmesi ÅŸeklinde de olabilir. Fakat, Devletin sorumluluÄŸu için, memurun sözü geçen fiilde kusurlu olup olmamasının önemi yoktur.
Devlet'in sorumluluÄŸu için tapu sicilinin tutulmasında kiÅŸilerin mameleki (malvarlığı) çıkarlarını koruyan hukuk kurallarına aykırı davranılmış olması, yani objektif hukuka aykırılık yeterlidir. Tapu sicilinin tutulmasında kiÅŸi çıkarlarının korunması bakımından uyulması gereken kurallar, tapu mevzuatından ibaret deÄŸildir. Tapu memurunun tapu mevzuatı dışında kalan hukuk kurallarına, hatta hukukun genel ilkelerine aykırı davranması da aynı sonucu doÄŸurur. Ayrıca ihlâl edilen hukuk kuralları ister genel, ister yalnız sicili tutmakla görevli memura yöneltilmiÅŸ olsun, tapu sicili yine hukuka aykırı tutulmuÅŸ olur. Bu bakımdan tapu memuru, örneÄŸin, sahte bir vekâletnameye dayanarak sicile yolsuz bir tescil yaptığı takdirde, sahtelik, araÅŸtırma yükümü yerine getirilse bile anlaşılamayacak durumdaysa, tapu memuru hukukî sebepten yoksun bir tescille objektif olarak hukuka aykırı davranmış olduÄŸundan, bundan doÄŸacak zararlardan dolayı Devlet, MK 1007 ye göre sorumlu tutulacaktır.
Tapu sicilinin tutulmasında memurun görevlerine aykırı davranması ise, iki bakımdan önem taşır. Birincisi, eÄŸer görev icraî bir fiile iliÅŸkin ise, memurun bunu yerine getirmemesi objektif olarak da hukuka aykırı bir içtinap teÅŸkil edecektir. Ä°kincisi de, memurun görevini ihlâli, onun yönünden bir kusurun varlığına iÅŸaret eder ki, bu durumda Devlet'in rücu hakkı söz konusu olabilir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, ÅŸöyle denilmektedir: «...Davacının aynî hakkı tapu sicil muhafızlığında sahte vekaletnameye müsteniden yapılan muamele ile bertaraf edilmiÅŸtir. Tapu sicil muhafızının tatbik etmesi gereken hukukî esasın ihlâl edilmiÅŸ olması halinde hukuka aykırılık durumu mevcut sayılacağı gibi, tapu memurunun faaliyetleri çerçevesine giren herhangi bir muamele, tapu kütüÄŸünün tutulması muamelesi ve böyle bir muamelenin kanuna aykırı ÅŸekilde yapılmış olması dolayısıyla meydana gelen bir zarar tapu kütüÄŸünün tutulmasının neticesi olarak bir zarar sayılır. Dâvaya esas olan hadisede sahte vekaletname istimal edilmek suretiyle temsil hakkındaki kanun hükümleri yerine getirilmeden tapu sicillerine kayıt düÅŸürülmüÅŸ ve davacının aynî hakkı sona erdirilmiÅŸtir. Hadise mücerret noterlikte baÅŸlayıp biten ve tapu sicilinin tutulması ile ilgili bulunmayan bir muamele olarak tasvir edilemez. Çünkü zarar, sahte vekâletname tanzimi ile deÄŸil, bu vekaletnamenin tapu muamelesine mesnet ittihaz edilmesi ile husule gelmiÅŸtir ... Tapu sicil muhafızlığının hukuka aykırı ÅŸekilde muamelesiyle zarar arasında illiyet rabıtası mevcut olunca bu zarardan Devlet'in mesul tutulması icap eder. Burada tapu muamelesini yapan memurun kusurlu olup olmadığının taharrisine lüzum yoktur» (YHGK. 5.10.1955, 4/58-64)
Yine bir Hukuk Genel Kurulu kararında da, «...davacının zararı, hem veraset senedinin gerçeÄŸe aykırı bir durumu tesbit etmesinin, yani mirasçı olmayan bir kimseyi mirasçı olarak göstermesinin, hem de tapu memurunun gerçeÄŸe aykırı veraset senedini esas tutarak davacı mirasçı adına tapuya yazılması gereken gayrimenkulun kaydının mirasçı olmayan kimse adına çevirmiÅŸ olmasının neticesidir... MK nun 917 nci maddesinin birinci fıkrasıyla kabul edilen mesuliyet, afaki mes'uliyet yani kusursuz mes'uliyet olduÄŸu cihetle tapu memurunun kanuna aykırı bir muamele yaparken herhangi bir kusur iÅŸlemiÅŸ olması asla aranmaz.» denilmek suretiyle sahte veraset senetlerine dayanarak yapılan yolsuz tescillerden dolayı Devlet'in sorumlu tutulacağı kabul edilmiÅŸtir. (YHGK. 20.1.1960, 4/1-3)
Tapu sicilinin tutulmasıyla ilgili ortaya çıkabilecek hukuka aykırılıklar;
- Tescili gereken bir aynî hakkın tescil edilmemiÅŸ olması,
- Terkini gereken bir aynî hakkın terkin edilmemiÅŸ olması,
- Tapu kütüÄŸüne yolsuz bir tescil veya terkin yapılması,
- Tescil veya terkinin hukukî sebebinin olmaması, geçerli bir sebebe dayanmaması,
- Åžerhler ve beyanlardaki kayıtların kayıt veya terkin edilmesiyle ortaya çıkabilecek eksiklikler,
- V. b. durumlar sayılabilir.
c) Maddî bir zararın meydana gelmiÅŸ olması
Devletin MK 1007 gereÄŸince sorumluluÄŸunun söz konusu olabilmesi için, tapu sicilinin tutulmasından maddî bir zararın doÄŸmuÅŸ bulunması gerekir. Manevî zararlardan dolayı MK 1007’ye dayanılarak Devlete karşı tazminat davası açılmaz. Tapu siciline yapılan yolsuz tescili düzeltme yolu ile zararı önleme imkânı mevcut oldukça, zarardan ve devletin sorumluluÄŸundan söz edilemez. Bu sebeple 10 yıllık zamanaşımı süresi iÅŸlemeye baÅŸlamaz.
ÖrneÄŸin, mahdut (sınırlı) bir aynî hakkın sicilden yanlışlıkla terkini, bir kimsenin sahte bir vekâletname ile sicilde baÅŸkasına ait bulunan bir taşınmazı üçüncü bir kiÅŸiye devretmesi veya ölmüÅŸ birinin adına kayıtlı taşınmazı sahte bir veraset senedi ile kendi üzerine geçirmesi gibi hallerde sırasıyla, mahdut aynî hakkın sahibi, asıl malik, mirasçılar açacakları tashih dâvası ile sicildeki bu yolsuzlukların giderilmesini saÄŸlayabileceklerinden, henüz aynî hakkın kaybından dolayı bir zararın varlığından söz etmeye imkân yoktur. Fakat bütün bu durumlarda, sicil düzelttirilemeden, taşınmaz iyiniyetli bir üçüncü kiÅŸi tarafından iktisap edilecek olursa, bu takdirde gerçek hak sahipleri artık sicilin düzeltilmesini isteyemeyeceklerinden, Devlet'in sorumluluÄŸunu gerektiren bir zarar doÄŸmuÅŸ olur. Buna karşılık taşınmazı iktisap eden üçüncü kiÅŸi iyiniyetli deÄŸilse, onun aleyhine sicilin düzeltilmesi için tashih dâvası açılabileceÄŸinden yine ortada aynî hakkın kaybı dolayısıyla bir zarar söz konusu deÄŸildir.
DiÄŸer taraftan, yanlış kaydı düzelttirmek için dava açma imkanı bulunduÄŸu sürece bu yanlış kayıttan doÄŸan zarar, bunun düzeltilmesi için yapılacak giderler tutarıdır. Buna karşılık yanlış kaydı düzelttirmek için iyiniyetle açtığı davayı kaybeden kiÅŸinin zararın kapsamına, bir yandan hakkın kaybından doÄŸan zarar, öte yandan kaybettiÄŸi dava giderleri girer. (YHGK, 21.11.1982. 4-548/46)
Aynî hakkın sona ermesi nedeniyle Devlet'ten tazminat istenebilmesi için hakkın sona erdiÄŸinin her durumda kesin bir ilâmla tesbiti gerekir. Bu bakımdan, üçüncü kiÅŸilerin iktisabının geçerliliÄŸinin, yani zararın gerçekleÅŸip gerçekleÅŸmediÄŸinin anlaşılabilmesi için bunlara karşı da bir tashih davası açılmalıdır. Çünkü üçüncü kiÅŸilerin iyiniyetli olup olmadığı «nazarî mütalâlarla deÄŸil, ancak bir mahkeme ilâmı ile
tespit edilebilir». Açılan tashih dâvasının masrafları da Devlet'ten istenebileceÄŸine göre, böyle bir zorunluluk, asıl hak sahipleri yönünden de bir külfet teÅŸkil etmez. Bu bakımdan tashih dâvasının reddine iliÅŸkin karar kesinleÅŸmedikçe, gerçekleÅŸmiÅŸ bir zarardan söz edilemeyeceÄŸinden Devlet'e karşı da MK 1007 gereÄŸince bir dâva açmaya imkân yoktur.
Zararın gerçekleÅŸtiÄŸinin kesin bir ilâmla tesbiti sorumluluÄŸun doÄŸum ÅŸartı olduÄŸundan, bu hususlar Devlet'e karşı açılan tazminat dâvasında re'sen dikkate alınmalıdır.
Sahte veya yanlış vekaletle tapu kaydına ipotek konulması halinde, ipotek borçlusunun aczi gerçekleÅŸmedikçe zarar doÄŸmuÅŸ solmayacağından Hazine sorumlu tutulamaz (Yargıtay 4. H.D. 13/12/1974, 116841 sayılı kararı).
ç) Uygun illiyet bağının varlığı
Devletin zarardan sorumlu olabilmesi için, tapu sicilinin tutulması ile zarar arasında (haksız fiillerdeki) bir “uygun illiyet ” bağının varlığına ihtiyaç vardır.
Zarar ile tapu sicilinin yolsuz tutulması arasında bir illiyet bağının bulunması, zararın, sicilin tutulmasına iliÅŸkin hukuka aykırı bir fiil veya içtinabın sonucu olarak ortaya çıkması demektir. EÄŸer zararın sebebi sicilin yolsuz tutulması deÄŸilse, yani bu ikisi arasında bir sebep-sonuç bağı yoksa, bu takdirde Devlet'in sorumluluÄŸundan da söz edilemez. Nitekim sahte vekilden satın almış olduÄŸu taşınmazı, gerçek hak sahibinin sicildeki yolsuz tescili düzelttirmesiyle, geri vermek zorunda kalan kimse, taşınmaz için ödediÄŸi bedeli ve satış için ödediÄŸi harçları Devlet'ten isteyemez. Çünkü bu durumda zarar sicildeki yolsuzluÄŸun yarattığı bir görünüÅŸe güvenilmesi sonucu deÄŸil, sahte vekâletnameye güvenerek geçersiz bir satış sözleÅŸmesi yapılmış olmasından
ileri geldiÄŸinden, zararla sicil yolsuzluÄŸu arasında bir illiyet bağı yoktur. Devletin sorumluluÄŸu için, önceleri tapu sicilinin yolsuz tutulması ile zarar arasında dolaylı-dolaysız illiyet ayırımı yapılmışsa da, sonradan bu ayırım terkedilerek sadece uygun bir illiyet bağının varlığı yeterli görülmüÅŸtür.
“Dosyadaki kanıtlara göre, davaya konu taşınmazın sahte nüfus belgesi ve sahte vekaletnameye dayalı olarak satışı yapılmış; davacı tarafından, taşınmazı son olarak satın alan kiÅŸiye karşı açılan tapu iptal ve tescil davası reddedilmiÅŸ ve temyiz incelemesinden de geçmek suretiyle kesinleÅŸmiÅŸtir.
Yukarıda açıklanan olgular itibariyle usulsüz iÅŸlemin noterde sahte olarak düzenlenmiÅŸ vekaletnameden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. DiÄŸer bir anlatımla zarar tapu sicilinin tutulmasından deÄŸil, sicilin düzenlenmesine etken olan vekaletnameden kaynaklanmaktadır. Medeni Kanunun 917 ( Türk Medeni Kanunu 1007 ) maddesinde sorumluluÄŸun, tapu sicilinden kaynaklandığı belirlenmiÅŸtir. Maddede öngörülen sorumluluk, kusursuz sorumluluktur. DiÄŸer bir anlatımla zarar gören, davalının kusurunu kanıtlamak zorunda deÄŸildir. Davalı da kusuru bulunmadığı savunmasının ötesinde uygun illiyet bağının kesildiÄŸini kanıtlamak zorundadır. Kusursuz sorumlulukta illiyet bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurunun bulunması veya üçüncü kiÅŸinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması veya hakkında zararlandırıcı sonucun meydana gelmesinde öngörülmeyen bir halin bulunması gerekmektedir. Somut olayda zarar gören davacının illiyet bağını kesebilecek ölçüde kusurunun olmadığı yine öngörülmeyen bir durumun da bulunmadığı görülmektedir. Ne var ki gerek ceza yargılamasında, gerekse tapu iptaline iliÅŸkin dava dosyasında zararlandırıcı sonucun ortaya çıkmasında bir üçüncü kiÅŸinin hukuka aykırı eyleminin bulunduÄŸu anlaşılmaktadır. Bu kiÅŸinin suç teÅŸkil eden veya ağır kusuru oluÅŸturan eylemi açıktır. Åžu haliyle sorumluluÄŸu gerektiren illiyet bağının kesildiÄŸi kabul edilmelidir. Yapılan bu açıklama itibariyle olayda zarar, hukuka aykırı eylem bulunmakta ise de kusursuz sorumlu olan davalının sorumluluÄŸunu gerektirecek uygun illiyet bağının bulunmadığı görülecektir. Aksi bir sonuç kusursuz sorumluluÄŸun ötesinde bizi sebep sorumluluÄŸuna götürür ki davanın dayanağını teÅŸkil eden MK.'nun 1007. maddesi sebep sorumluluÄŸunu ön görmemiÅŸtir.
Tüm bu olgular birlikte deÄŸerlendirildiÄŸinde davalının (Maliye Hazinesi) sorumluluÄŸundan söz edilemez. Mahkeme kararı, açıklanan nedenlerle yerinde görülmüÅŸ ve onanması gerekmiÅŸtir.” (Yargıtay 4. H.D., 18/10/2005, E. 2004/12650, K. 2005/11104)
“GörüldüÄŸü gibi zararlandırıcı eylem, tapu sicilinin tutulmasından deÄŸil, gerçek kiÅŸi olan davalıların hukuka aykırı olan ağır kusurlarından kaynaklanmaktadır. Her ne kadar Hazine Medeni Kanunun 917. maddesine göre tapu sicilinin tutulmasından dolayı kusursuz sorumlu ise de, kusursuz sorumlulukta dahi hukuka aykırı eylem ile zararlandırıcı sonuç arasında uygun illiyet bağının bulunması gerekir. DiÄŸer bir anlatımla hukuka aykırı olan eylem ile zarar arasında ki uygun illiyet bağı, zarar görenin veya üçüncü kiÅŸinin ağır kusuru, veyahut da beklenmeyen bir nedenden dolayı kesilmiÅŸ olmamalıdır.
Somut olayda gerçek kiÅŸi olan davalıların ağır kusuru sonucu illiyet bağının kesildiÄŸi böylece, kusursuz sorumlu olan hazinenin de bundan dolayı sorumlu olmadığı sonucuna varılmalıdır. Aksi durumda her kusursuz sorumluluk halinde uygun illiyet bağının varlığı aranmayacaktır. Bu durumda da kusursuz sorumluluk hallerinde kusursuz sorumlu olanın sorumluluktan kurtulma olanağı ortadan kalkmış olacaktır. Böylece kusursuz sorumluluk halleri ile riskten kaynaklanan sorumluluk birbiri ile örtüÅŸecektir ki hukukumuzda risk nazariyesine göre sorumluluk Medeni Kanunun 917. maddesinde öngörülmemiÅŸtir.” (Yargıtay 4. H.D., 27/01/2000, E. 2000/18, K. 2000/545)
d) Kusurun aranmaması
Devletin tapu sicilinin tutulmasından doÄŸan zarardan sorumluluÄŸu bir “kusursuz sorumluluk” halidir. Yani, zararın meydana gelmesinde tapu sicil memurunun veya yardımcısının veya devletin diÄŸer bir organının hiçbir kusuru olmasa da Hazine zarardan sorumludur. Zarar gören ÅŸahıs, sadece, tapu sicilinin hukuka aykırı bir ÅŸekilde tutulduÄŸunu ve zararın bundan doÄŸduÄŸunu ispat edecektir; zarara hangi memurun sebebiyet verdiÄŸini tespit ve tayin etmesine lüzum yoktur.
ÖrneÄŸin, tapu memuru her nasılsa sahte bir vekaletnameye dayanarak sicile yolsuz bir tescil yapmışsa, sahtelik, memurun araÅŸtırma yükümünü (mülga TST 16) yerine getirse bile anlaşılamayacak durumda da olsa, tapu memuru hukuki sebepten yoksun bir tescille (mülga MK 924) hukuka aykırı davranmış olacağından, doÄŸacak zarardan Devlet sorumlu tutulur.
e) Zarar görenin kusurunun dikkate alınması
Hazinenin ödeyeceÄŸi tazminatının miktarını tayinde, BK. m. 44 uyarınca zarara uÄŸrayan ÅŸahsın kusuru dikkate alınır. Zarara uÄŸrayan ÅŸahıs, kendi fiili ile, zararın meydana gelmesine veya artmasına yardım etmiÅŸ veya zararın önlenmesi için gerekli hukukî tedbirleri almamış ise, Devletin ödeyeceÄŸi tazminat miktarı azaltılır veya Devlet sorumluluktan tamamıyla kurtulur.
6- ZAMANAÅžIMI
Hazinenin sorumluluÄŸunu hükme baÄŸlayan Medenî Kanunun 1007 nci maddesine dayanan davalarda, olayın Borçlar Kanununun 41 inci maddesinde düzenlenen haksız eylemin bir türü olduÄŸu ve müruruzaman (zamanaşımı) yönünden Borçlar Kanununun 60 ıncı maddesinin uygulanması gerekeceÄŸi gerek uygulamada, gerekse doktrinde ortaklaÅŸa kabul edilmektedir. Söz konusu maddenin 1 inci fıkrası uyarınca; zararın ve sorumluluÄŸun öÄŸrenilmesi tarihinden itibaren 1 yıl, herhalde zarar doÄŸuran eylem veya iÅŸlem tarihinden baÅŸlayarak 10 yıl geçtikten sonra davanın zamanaşımına uÄŸrayacağı kuÅŸkusuzdur.
Tapu sicilinin tutulmasından doÄŸan zararlardan sorumluluÄŸu sebebiyle Devlet'e karşı açılacak tazminat dâvaları, BK 60’daki bir ve on yıllık zamanaşımı sürelerine baÄŸlanmıştır. Buna göre, dâva, zarar görenin zararı ve sorumlusunu öÄŸrendiÄŸi tarihten itibaren bir yıl, her halde zarar verici fiilin meydana gelmesinden itibaren de on yıl geçtikten sonra zamanaşımına uÄŸrar. Bu sürelerin baÅŸlamasında, tapu sicilinde yapılan yanlış iÅŸlem deÄŸil, maddî zararın meydana gelmesine sebep olan iÅŸlem dikkate alınacaktır.
Bir yıllık süre, zarar görenin zararı ve sorumlusunu öÄŸrendiÄŸi tarihten itibaren iÅŸlemeye baÅŸlayacağından, eÄŸer tapu sicilinin yolsuz tutulması nedeniyle bir aynî hakkın kaybı veya sicile güvenin korunmadığı hallerde amaçlanan aynî hakkın kazanılamaması söz konusuysa, zarar görenin, tashih dâvasının reddine iliÅŸkin kararın kesinleÅŸtiÄŸini öÄŸrendiÄŸi tarihten itibaren bir yıl içinde Devlet'e karşı dâva açması gerekir. Haciz ÅŸerhinin veya ipoteÄŸin sicilden yolsuz olarak terkininde de, alacaklının aynı ÅŸekilde, borçlunun aczinin bir belge ile tespit edildiÄŸini (Ä°Ä°K 105) öÄŸrendiÄŸi tarihten itibaren bir yıl içinde Devlet'e karşı dâva açması gerekir.
BK 60 da on yıllık sürenin de zarar verici fiilde bulunulduÄŸu tarihten itibaren iÅŸlemeye baÅŸlayacağı ifade edildiÄŸine göre, eÄŸer zarar gören her halde sicilin yolsuz tutulmasından itibaren on yıl içinde dâva açmamışsa, zarar, on yıl sonra meydana gelse dahi durum deÄŸiÅŸmeyecek, dâva zamanaşımına uÄŸramış olacaktır. Fakat tapu sicilinin yolsuz tutulmasında, zarar görenin çoÄŸu kez zarar verici fiilden haberdar olmaksızın dahi on yılın geçebileceÄŸi düÅŸünülecek olursa, bu sürenin çok kısa olduÄŸu ortaya çıkar. Bu durumda tapu sicilinin daima kiÅŸilerin denetimi altında bulundurulması gerekir. Oysa hiç kimseye sicildeki hakkının yerinde durup durmadığını devamlı olarak araÅŸtırma görevi yüklenemez. Bu herÅŸeyden önce, tapu sicilinin amacına aykırı düÅŸer. Bütün bunlardan dolayıdır ki, bir görüÅŸe göre buradaki on yıllık sürenin hiç olmazsa, zararın doÄŸduÄŸunun kesin olarak tespit edildiÄŸi tarihten itibaren iÅŸlemeye baÅŸlayacağını kabul etmek gerekir.
“Tapuda yanlışlık baÅŸlı başına deÄŸil, ancak neden olduÄŸu zarar itibariyle hukuki bir varlık ifade eder. Bu nedenle, M.K. md. 917 uyarınca Hazineye karşı açılan davada on yıllık zamanaşımı, kayıt düzeltilmesiyle ilgili davanın reddine iliÅŸkin kararın kesinleÅŸmesi tarihinden baÅŸlar” (YHGK 20/01/1982, K. 82/46).
“Dava, yetkisiz vekaletnameyle tapuda iÅŸlem yapılmasından doÄŸan zararın tazmini talebine iliÅŸkindir. Davacıların zararı, asıl maliklerin açtıkları tapu iptali davası sonucunda, tapunun iptaline dair kararın kesinleÅŸtiÄŸi tarihte doÄŸar. Davacılar adına olan tapunun iptaline iliÅŸkin kararın kesinleÅŸme tarihinden bir yıldan fazla süre geçtikten sonra dava açılmıştır. Davalı-hazine vekili, yasal süre geçtikten sonra zamanaşımı savunmasında bulunmuÅŸ; davacı açıkça savunmanın geniÅŸletildiÄŸi yönünde itirazda bulunmamıştır. Bu durum karşısında davalı-hazine aleyhindeki davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı ÅŸekilde karar tesis edilmesi usul ve yasaya aykırıdır.” (Yargıtay 4. H.D., 19/03/2001, E. 2000/11205, K. 2001/2585)
“Hemen belirtelim ki; öÄŸreti ve uygulamada M.K. 917. maddesinden kaynaklanan davalarda uygulanacak zamanaşımına iliÅŸkin yasa maddesi B.K.’nun 60. maddesidir. M.K.’nun 917. maddesi gereÄŸince Hazine’nin sorumlu tutulabilmesinin koÅŸulları, tapu sicilinin tutulmasından zarar doÄŸmuÅŸ bulunması, memurun hukuka aykırı eylemi olması zarar ile eylem arasında illiyet bağı bulunmasıdır.
O nedenle, zarar doÄŸmadıkça Hazine’nin sorumluluÄŸundan sözedilemiyeceÄŸi kuÅŸkusuzdur. DiÄŸer bir anlatımla tapu kaydının düzeltilmesi mümkün bulundukça zarardan sözedilmiyecek ve Hazine’ye karşı açılacak tazminat davası dinlenemiyecektir.
Yine mülkiyet hakkına dayanılarak açılacak bir davada zamanaşımı da söz konusu deÄŸildir. M.K.’nun 933. maddesi uyarınca haklı bir neden olmaksızın yapılan bir tescil mülkiyet hakkını sona erdiren salt yeterli bir delil olarak kabul edilemez. O nedenle sahteciliÄŸe dayanan bir tescil karşısında eski malik tapu tashihi davası sonuçlanıp kesinleÅŸinceye kadar taşınmazın mülkiyetini henüz hukuken kaybetmiÅŸ sayılamaz, öte yandan tapudaki yanlışlık baÅŸlı başına hukuki bir varlık ifade etmez, ancak neden olduÄŸu zarar itibariyle hukuki bir sonuç yaratır. ( Bkz. 16.5.1956 T. E. 1, K.7; 13.5.1944 T. 1943/13 E.1944/8 K. sayılı Ä°çtihadı BirleÅŸtirme Kararları ve H.G.K. 20.1.1982 T. 19/9/4 – 458 E.1982/46 K. )
Hal böyle olunca, M.K.’nun 917. maddesinden kaynaklanan davalarda uygulanacak B.K.’nun 60. maddesindeki zamanaşımı süresinin tapu kaydının düzeltilmesi davasının reddine iliÅŸkin kararın kesinleÅŸme tarihinden baÅŸlayacağı açıktır. Bu kabul altında somut olayı ve delillere bakıldığında anılan zamanaşımı süresi dolmadığı gibi esasen baÅŸlamadığı da çok açıktır. Öyleyse tapudaki belirtmenin kaldırılmamasında Hazine’nin önceden var olan hukuki yararının devam ettiÄŸinin kabulü kaçınılmazdır.” (Yargıtay H.G.K., 21/4/1999, E. 1999/1–222, K. 1999/226)
7- DEVLETÄ°N KUSURLU MEMURU RÜCU ETMESÄ°
A-DEVLETÄ°N MEMURA RÜCU HAKKI
Tapu sicilinin tutulmasından doÄŸan zararı ödeyen Devlet, MK 1007/II ye göre, zararın doÄŸmasında kusuru bulunan memurlara rücu eder (baÅŸvurur). Zarara kusuru ile sebebiyet veren memurun, zarar verici fiilin sahibi veya onu denetleyen makamın memuru olması, rücu bakımından önemli deÄŸildir. Devlet, bunlardan hangisi kusuru ile zarara sebebiyet vermiÅŸse, ona rücu edecektir. GörüldüÄŸü gibi burada objektif bir sorumluluk kabul edilmemiÅŸtir. Rücu için BK. 41 deki ÅŸartların gerçekleÅŸmesi yeterlidir. Kusurun —kast veya ihmal— varlığının ispatı Devlet'e düÅŸer. EÄŸer birden fazla memur, zarara müÅŸterek kusurlarıyla sebebiyet vermiÅŸlerse, bunlar Devlet'e karşı müteselsilen sorumlu olurlar (BK 50). Memurun, denetim makamının hukuka aykırı bir emrini yerine getirmiÅŸ olması, sorumluluÄŸunu ortadan kaldırmaz. Ancak memur bu aykırılığı görüp, emir verene bildirdiÄŸi halde, emir veren ısrar eder ve bunu yazı ile tekrarlarsa, Anayasa'nın 137. maddesi (kanunsuz emir) ve DMK gereÄŸince memurun sorumluluktan kurtulması gerekir. Sorumluluk artık emri verene ait olur.
«Olayda takrir alan kiÅŸinin (memurun) ibraz edilen vekâletnamenin sahte olduÄŸunu ve alıcı ile satıcıların bir sahte iÅŸlem üzerinde anlaÅŸtıklarını bilecek durumda olduÄŸunu gösteren bir neden ve delil yoktur... Takrir alan kiÅŸinin mübrez ve usulünce düzenlenmiÅŸ bir vekâletnamenin geçerliÄŸi üzerinde ayrıca bir inceleme yanmak zorunluluÄŸu da Yasa'da benimsenmiÅŸ deÄŸildir. MeÄŸer ki, ÅŸüpheli bir durum bulunmuÅŸ olsun. Olayın gerçekleÅŸmesinde ibraz edilen belgenin durumuna, takrirde açıklanan ve kimlik hüviyet cüzdanının dahi vekâletnameyi doÄŸruladığına göre temyiz eden R'nin sorumluluÄŸunun kabulü mümkün deÄŸildir.» (Y4HD. 6.7.1967, 965/6790-5861: Karahasan, Tazminat Dâvaları, s. 336)
Devlet, kendisine karşı açılan dâvayı, zarara kusuru ile sebebiyet veren memura ihbar etmelidir (HUMK 49). Bu dâvada kusurun bir rolü olmamakla beraber, memur, dâvaya müdahale ederek, davacının, zararın doÄŸmasındaki kusurunun ispatı veya zararın gerçek miktarının tesbiti bakımından Devlet'e yardımcı olur. Dâvanın memura ihbar edilmemiÅŸ olması halinde, memur ihbar edilseydi, dâvaya müdahale ederek sonucu lehine deÄŸiÅŸtireceÄŸini ispat ettiÄŸi oranda Devlet'e karşı sorumluluktan kurtulur. Devlet'in kendisini gerektiÄŸi gibi savunmamış olmasının sonucuna memurun katlanması beklenemez.
“Rücuu yönünde hüküm kurulurken her davalının kusur oranının ve sorumluluk miktarlarının ayrı ayrı belirlenmesi ve baÅŸkaca davaların açılmasına olanak tanınmaması gerekirken bu yön gözetilmeden ve davalıların kusur ve sorumluluk oranları belirlenmeden meydana gelen zarardan davalıların müÅŸtereken ve müteselsilen sorumlu tutulmaları usul ve yasaya aykırıdır.” (Yargıtay 4. H. D., 21/03/2002, E. 2001/12098, K. 2002/3349)
“Pozitif hukukumuzda basit rücu hakkına, Türk Medeni Kanununun 917. maddesinde düzenlenen rücu hakkı örnek olarak gösterilebilir. Anılan maddeye göre hazine tapu sicilinin hatalı tutulmasından ötürü zarar görenlere ödemiÅŸ olduÄŸu tazminatı kendi memuruna halefiyet ilkesi gereÄŸince rücu etmez. Bu hak, hazinenin bağımsız bir hakkıdır. Keza aynı doÄŸrultuda Anayasa'nın 129. maddesiyle 657 sayılı Yasanın 13. maddesi de örnek gösterilebilir. “ (Yargıtay 10. H. D., 27/04/2001, E. 2001/2760, K. 2001/3249)
“Rücuen tazminat istemine iliÅŸkin davalarda, sorumluların birden fazla olması durumunda, her sorumlunun kendi kusurundan sorumlu tutulması gerekir. Bu tür davaların niteliÄŸi gereÄŸi dayanışmalı ve zincirleme sorumluluk kararı verilemez. Bu yüzden her davalının zararlandırıcı eylemdeki kusur oranının belirlenmesi gerekir. Davacı, davalıların haksız eylemi sonucu zarar görene ödediÄŸi tazminatı rücuen zarar veren davalılardan istediÄŸine göre her davalının kusur oranları belirlenmeli ve davacı tarafından yapılan ödeme bu orana göre davalılara yükletilmelidir.” (Yargıtay 4. H.D., 6/5/2003, E. 2002/14630, K. 2003/5901)
A)RÜCU HAKKININ KAPSAMI
MK. 1007/II deki rücu hakkının kapsamı, Devlet'in zarara uÄŸrayan üçüncü kiÅŸiye ödediÄŸi tazminat miktarı, buna yürütülen faiz, vekâlet ücreti ve yargılama giderlerinden ibarettir. Ä°cra masraflarının rücu hakkının kapsamına girip girmediÄŸi hususu ise, Devlet'in aleyhine açılan tazminat dâvasına iliÅŸkin kararın, kesinleÅŸmeden önce veya sonra icraya konulmuÅŸ olması ihtimaline göre ayrı ayrı incelenmelidir. Tazminata iliÅŸkin mahkeme kararı kesinleÅŸtikten sonra icraya konulmuÅŸsa, bu takdirde icra masrafları rücu hakkının kapsamına dahil edilemez. Çünkü Devlet, borcunu buna iliÅŸkin ilâm kesinleÅŸir kesinleÅŸmez ödemek zorundadır. Ä°lâmın kesinleÅŸmesine raÄŸmen Devlet'in alacaklının icraya baÅŸvurmasını bekleyerek, borcunu ödememiÅŸ olması, BK 44 de belirtilen zararı arttırıcı bir davranış sayılacağından, bundan kusurlu memurun sorumlu tutulmaması gerekir. Buna karşılık, tazminata iliÅŸkin karar henüz kesinleÅŸmeden, zarar gören bunu icraya koymuÅŸsa, bu takdirde Devlet ödediÄŸi icra masraflarını da kusurlu memurdan ister.
B)RÜCU DÂVASINDA ZAMANAÅžIMI
Devlet'in kusurlu memura açtığı tazminat dâvaları BK 60 daki bir ve on yıllık zamanaşımı sürelerine baÄŸlıdır. Bir yıllık süre zararın Devlet tarafından ödendiÄŸi ve zarara kusuru ile sebebiyet veren memurun öÄŸrenildiÄŸi günden itibaren baÅŸlar. Devlet'in, herhalde, zararın ödendiÄŸi tarihten itibaren on yıl içinde memura rücu dâvasını açmış olması gerekir.
“15.3.1944 gün, E.1943/13, K.1944/8 sayılı Ä°çtihadı BirleÅŸtirme Kararında belirtildiÄŸi gibi, tapuda yanlışlık baÅŸlı başına hukukî bir mevcudiyet ifade etmeyip, ancak sebebiyet verdiÄŸi zarar itibariyle hukukî bir mevcudiyet ifade eder. Bunun doÄŸal ( tabii ) sonucu ise zamanaşımının kayıt tashihine ait davanın reddine iliÅŸkin kararın kesinleÅŸme tarihinden baÅŸlamasıdır. Aksinin kabulü, 917. maddenin konuluÅŸ amacına da ters düÅŸer. Nitekim Hazine’nin açacağı rücu davasında da zamanaşımının tapudaki yanlışlık tarihinden deÄŸil, ödeme tarihinden baÅŸlayacağı, yerleÅŸmiÅŸ uygulama gereÄŸidir.” (Yargıtay H.G.K., 20/1/1982, E. 1979/4-548, K. 1982/46)
8) UYGULAMADAN ÖRNEKLER
Tapu sicilinin tutulmasından zarar gördüÄŸünü iddia eden kiÅŸiler; öncelikle tapu kaydının düzeltilmesi davası açmakta ve bu kararın aleyhlerine kesinleÅŸmesi üzerine M.K.’nun 1007. maddesine istinaden Devlete karşı tazminat davası açmaktadırlar. Bazen de; bu iki dava terditli olarak açılmaktadır. Yani, tapu kaydının düzeltilmesi ve tazminat aynı davada terditli olarak talep edilmektedir.
Tapu sicilinin tutulmasından görülen zarar için açılan tazminat davasının Devlet aleyhine sonuçlanması üzerine, tapu sicil görevlilerinin kusuru var ise, ödeme tarihinden itibaren 1 yıl içinde “rücu davası” açılmaktadır.
Tapu sicil görevlilerinin kusuru, ya tazminata iliÅŸkin mahkeme kararında belirtilmekte, ya da müfettiÅŸ veya muhakkik vasıtasıyla belirlenmektedir.
Noter tarafından düzenlenmiÅŸ sahte bir vekaletnameye dayanarak tapu sicilinde bir iÅŸlem yapan tapu memuru, vekaletnamenin sahte olduÄŸunu bilmiyorsa ve normal bir dikkat sarfıyla bilebilecek durumda deÄŸilse, vekaletnamenin sahte olması sebebiyle neticede doÄŸacak zarardan sorumlu olmayacaktır.
Kusur, Borçlar Kanununda tarif edilmiÅŸ deÄŸildir. Esasen kusur, üzerinde görüÅŸ birliÄŸi bulunmayan ve açık bir tarifi verilmiÅŸ olmayan bir kavramdır. Kusur, doktrinde ÅŸöyle tarif edilmiÅŸtir.
Kusur, hukuka aykırı sonucu istemek (kast) veya bu sonucu istemiÅŸ olmamakla beraber hukuka aykırı davranıştan kaçınmak için iradesini yeter derecede kullanmamaktır (ihmal).
Kast, kusurun en ağır derecesidir. Kast, failin hukuka aykırı sonucu tasavvur ettiğini (bu sonucun bilincinde olduğunu) ve bu sonucu istediğini ifade eder.
Ä°hmal, hukuka aykırı sonucu arzu etmemesine raÄŸmen, bu sonucun meydana gelmemesi için iradesini yeter derecede kullanmamak, hâl ve ÅŸartların gerektirdiÄŸi dikkat ve özeni göstermemektir. Ä°hmal de iki çeÅŸittir.
Ağır ihmal, hukuka aykırı sonucu meydana getiren fiil iÅŸlenirken, böyle bir fiil iÅŸleyen herkesin göstereceÄŸi dikkat ve özeni göstermemektir.
Hafif ihmal ise, hukuka aykırı fiil iÅŸlenirken böyle bir fiili iÅŸleyen herkesin deÄŸil, dikkatli ve tedbirli bir kimsenin göstereceÄŸi dikkat ve özeni göstermemiÅŸ olmaktır.
Ä°hmalin dereceleri arasında açık ve kesin bir sınır çizmeye de imkan yoktur. Durum her olayın bünyesi içinde incelenecek ve normal, orta seviyede bir insan tipinin o olayda ne tarzda davranacağı göz önünde tutulacaktır. Böyle bir kimsenin alacağı tedbiri almamış, göstereceÄŸi özeni göstermemiÅŸ olan kimse ağır ihmalde bulunmuÅŸ sayılır.
Hukuka aykırı fiilden faili sorumlu tutmak için kusurun çeÅŸitlerinin önemi yoktur. En hafif bir kusur dahi olsa sorumluluk için yeterlidir.
Tapu sicil görevlilerinin kusurunun bulunmaması halinde, MüÅŸavirliÄŸimizce, Devlet alacaklarının takibi ile görevli Maliye Bakanlığına (BaÅŸhukuk MüÅŸavirliÄŸi ve Muhakemat Genel MüdürlüÄŸü) dava açmaktan vazgeçme yazısı yazılmakta ve genellikle anılan Genel Müdürlükçe 4353 sayılı Kanunun 26. maddesine göre dava açmaktan vazgeçme teklifimiz uygun bulunmaktadır.
Tapu sicil görevlilerinin kusurunun tespit edilmesi halinde ise, kusurlu personele veya mirasçılarına karşı rücu davası açılmaktadır.
Not: Metinde geçen memur ifadesi, Medeni Kanunun 1007. ve Tapu Kanunu’nun 26. maddeleri gereÄŸi “tapu sicili görevlileri” olarak geniÅŸ anlaşılmalıdır.
Makaleyi Hazırlayanlar
Ali Ramazan ACAR Deniz DENÄ°Z
Birinci Hukuk MüÅŸaviri Hukuk MüÅŸaviri
YARARLANILAN KAYNAKLAR:
1) Tapu Sicilinin Tutulmasından Doğan Zararlardan Devletin Sorumluluğu (Dr. Lale SİRMEN)
2) EÅŸya Hukuku (Prof. Dr. Safa REÄ°SOÄžLU)
3) EÅŸya Hukuku (Prof. Dr. Kemal OÄžUZMAN- Özer SELÄ°ÇÄ°)
4) EÅŸya Hukuku (Prof. HATEMÄ°-SEROZAN-ARPACI)
5) Borçlar Hukuku (Prof. Kemal OÄžUZMAN- Turgut ÖZ)
6) Borçlar Hukuku (Prof. Dr. Safa REÄ°SOÄžLU)
7) Mevzuatımızda Gayrimenkul Hükümleri ve Tapu Sicili (Galip ESMER)